KAYNAKLARIN ŞAHİTLİĞİNDE VAHDETTİN KİMDİR VE NELER YAPMIŞTIR (GENİŞLETİLMİŞ MAKALE)

(Sitemizde yaklaşık bir sene kadar önce yayınladığımız makalemiz. Yoğun bir ilgi gördü. Söz konusu bir sene zarfında makalemizi fırsat buldukça genişlettik. Daha kolay ulaşabilmeniz için yeniden yayınlıyoruz. İyi okumalar, bol faydalar dileriz. Makalenin genişletilmiş ve konu kapsamı güçlendirilmiş Kitap versiyonunu temin etmek için linke tıklayınız: https://www.kitapyurdu.com/kitap/belgelerin-isiginda-turk-kurtulus-savasi-ve-sultan-vi-mehmed-vahidettinin-faaliyetleri-19181922/548730.html )

Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerine düşman olan ABD-AB destekli Ilımlı İslamcılar/Bop’çular tarafından sahneye konulan Osmanlıyı diriltme politikasının bir parçası olarak bu vatanı kurtarmış olanların hizmetleri önemsiz gösterilirken, vatan hainliği etmiş olanlar vatansever olarak gösterilmeye çalışmaktadır.

Benim de akılma: Tahtını vatanına tercih etmiş bir insanı vatansever ilan edersek ya istiklal ya ölüm diyen M. Kemal Atatürk’ü nereye koyacağız? Sorusu geliverdi. Şüphesiz ülke yönetiminde olanlar vatanını satmış olanları kendilerine daha yakın bulmaktaydı ve şüphesiz böylesi emperyalistlerin işine gelmekteydi. Sonuçta bir milleti millet yapan ortak değerler yıkılabilirse, liderler ve onların aşıladığı vatanseverlik duygusu önemsizleştirilebilirse kötü olarak gösterilebilirse ABD ve işbirlikçileri amaçlarına ulaşabileceklerdi. Sonuçta vatanseveri vatan haini; vatan hainini ise vatansever olarak görecek milletler onurlarını kolayca kaybedeceklerdi.[1] Ne demişler: “Kahramanlarını unutan halklar iflah olmazlar.”

Biz bu amacın önüne taş koyma kabilinden Vahdettin’in icraatlarıyla ilgili çeşitli eserlerden aldığımız bilgileri burada size sunuyor ve kararı size bırakıyoruz. (Nispeten daha önemli gördüğümüz eserler yanında yine onlar kadar önemli olan ancak vakitsizlikten inceleme fırsatı bulamadığımız eserleri, siz alma imkânı bulup inceleyesiniz diye, kaynakça kısmında belirtmeyi de gerekli gördük.)

Padişah Vahdettin, 4 Ekim 1918’de ajanı Rüştü Bey’i İsviçre’nin başkenti Bern’de bulunan ve daha sonra İngiliz Yüksek Komiseri olarak İstanbul’a atanacak olan elçi Sir Horace Rumbold’la görüşmeye göndermiş; şu barış koşullarını gizlice öne sürmüştü:

Osmanlı Devleti’yle ayrı barış yapılırsa; Almanya’ya karşı İngiltere ile ittifak kurulursa, Irak, Filistin ve Mezopotamya’ya, padişahın egemenliği altında, İngiltere’nin 1882’den beri uygulamakta olduğu sistem gibi yönetim gerçekleşirse; İngiltere, Mahmut Muhtar’ın önderliği altında, çoğu Osmanlı ordusundan kaçak olanlardan oluşan yeni bir ordunun kurulmasına yardımcı olacak; bu ordu, İngiliz güçleriyle birlikte İstanbul’a yürüyerek İttihat ve Terakki Partisini iktidardan düşürecektir. Ondan sonra, Osmanlı illerinde İngiliz denetimi altında anayasa reformu yapılacaktır…[2]

Padişah Vahdettin’de ilk dikkat çeken yön özellikle kendi tahtının ve imparatorluğun yıkıntılarından ne kurtarabilirse onu kurtarmak için İngilizlere yanaşmakta bir sakınca görmemesidir. Mondros’a gidecek kurula verilen yönergelerde Halifelik, Sultanlık ve Osmanlı Hanedanının haklarının (Türk Milleti aklına gelmemiş) büsbütün güvence altına alınması ve herhangi bir Osmanlı iline özerklik verilirse, bunun siyasi değil, idari olmasının sağlanmaya çalışılması koşulunu öne sürmüştü. İzzet Paşa’ya göre, padişahın ileriye sürmüş olduğu barış koşullarının bırakışma ile hiçbir ilgisi yoktu. Ancak, Padişah, savaş yenilgisini yaratmış olduğu kargaşa içinde Osmanlı Hanedanlığı ve kuruluşlarının sönüp gitmesi olasılığından kaynaklanıyordu ve bu da, kendi tahtını kurtarmaktan başka bir şeye önem vermediğini gösteriyordu.[3] İspanyol yazar Jorge Blanca Villalta bu konuda şu yorumu yapar: “Osmanlı’nın kalbi Türk halkıyla, onların mutluluğuyla şanlı geleneklerine saygı gösterilmesiyle ilgilenmiyordu. Vahdettin’in yeni bağlaşığı, istediği her şeyi kendisinden almıştı. Lloyde George, şimdi memnun olarak ellerini ovuşturuyordu, çünkü Doğu Sorunu İngiltere’nin yararına çözümlenmiş bulunuyordu.”[4] Padişah, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaliyle ilgili olarak İngiliz temsilcisine şu sözleri edebiliyordu: “İşgalden üzüntü duydum ama işgalle ilgili bildiride yetkilerimle ilgili güvenceyi takdir ettim.”[5] [6] 15 ile 21 Mart 1920 dönemini kapsayan İngiliz gizli istihbarat raporu da şöyle diyordu: ‘İyi bilgiye sahip kaynaklara göre, Padişah, başkentteki Ulusçuların Bağlaşık Devletlerce ekarte edilmiş olmalarından çok sevinmiştir. Çünkü bunu yapmamış olsalardı onlara karşı bizzat Padişahın harekete geçerek aynı şeyi yapması ve yetkisindeki az sayıda güçle başarısızlığa uğraması; böylece tahtından değilse bile saygınlığından yoksun kalması ihtimali vardı’[7]

Onun, İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Richard Webb’le çevirdiği entrikalar, İngiliz yanlısı tutumunun ilk kanıtlarıdır. İtihad ve Terakki Cemiyetine karşı harekete geçerek Osmanlı Mebusan Meclisini dağıtmak kararını aldığı zaman, İngiliz hükümetinin desteğine güvenilip güvenilemeyeceğini İngiliz Yüksek Komiserliği aracılığıyla soruşturmuştu.[8] Yüksek Komiser Yardımcısı Webb, Vahdettin’i, “tamamen İngiliz yanlısı eğilimleri olan” bir padişah olarak nitelemekte tereddüt etmiyordu.[9]

Vahdettin, 24 Kasım 1918’de The Daily Mail muhabiri G. Ward Price’a şöyle diyordu: “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, babam sultan Abdülmecit’ten aldım. Ermenilerin öldürülmeleri kalbimi çok yaralamıştır. Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır.”[10] Padişah, özellikle İngiltere’yi memnun etmek ve savaş dönemi Talat Paşa kabinesini kötülemek amacıyla 5 Kasımla 21 Aralık tarihleri arasında, Mebusan Meclisinin 5. Komitesi aracılığıyla, savaş suçlarından sanık olanları saptamak için bir soruşturma komisyonu kurdurmuştu. Vahdettin, 16 Şubat 1919’da yayınladığı bir iradeyle Olağanüstü Sıkıyönetim Mahkemesini kurdurarak, Rumlarla Ermenilerin tehciri sırasında onlara karşı kırım davranışlarında bulunmaktan sanık oldukları iddia edilen Osmanlı sivil ve askeri yetkililerini yargılatmaya başlayacaktı.[11]

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ise 4 Aralık 1918 günlü raporunda: “Sultan, Britanya’ya tam bir sempati besliyor.”[12] demekteydi.

Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Milne’in 16 Aralık 1918 günlü raporunda ise: “Padişah, Sami Beyi Ordu Karargâhına göndererek Türkiye’nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele alması için Britanya Hükümetinden istirhamda bulundu. Barışın beklenilmesi halinde geç kalınmış olacağını söyledi. Britanya memurlarının kontrol maksadıyla memleket dâhiline gönderilmesini ve… Britanya subaylarının idareye yardımda bulunmalarını rica etti.”[13] İfadelerini okumak ibretliktir.

Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb’in 30 Aralık 1918 günlü raporunda: “Hariciye Nazırı (M. Reşit Paşa), ‘kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki umumun arzusu, İngiltere tarafından idare edilmekliğimizdir’ dediği belirtilmektedir.”[14]

Vahdettin, henüz Sadrazamlığa getirmediği D. Ferit’i, 21 Ocak 1919da, İngiliz Y. Komiserliğine gönderir ve tutuklamalar dolayısıyla gösterilebilecek tepkilerden çekindiğini bildirerek, böyle bir durumda İngilizlerin tutumunun ne olacağını bir daha öğrenmek ister; kısacası güvence talep eder. Calthorpe, Padişaha bu güvenceyi vermek için Londra’dan yetki talep eder. Yetki 5 Şubat 1919’da verilecektir.[15]

6 Mart 1919’da Beyrut ili eski valisi ve o sırada Arnavut Kurulu Başkanı bulunan Halil Paşa, ABD Misyonerlerinden Dr. Howard Bliss’in aracılığıyla İngiliz temsilcilerinden Sir Louis Mallet’le görüşerek, ona, Padişahla Tevfik Paşa’dan bir mesaj aktarmıştı. Bu mesaja göre her iki Osmanlı önderi, İngiltere’nin Türk İmparatorluğunu kurtarmasını ve gelecekte imparatorluğu kendi güvenliği altına alarak yol göstericisi olmasını dilemişlerdi. Onlara göre, kendi geleceklerini, en iyi İslam gücü olan İngiltere’ye emanet etmek tek çözüm yolu olacaktı. Halil Paşa, Osmanlı Devleti için merhamet dilemişti.[16]

Amiral Calthorpe 6 Haziran 1919 günlü raporunda şöyle demektedir: “Padişahın yalnız kendi kişisel güvenliğini düşündüğü…”[17]

1919 Temmuz ortalarında, R. Mümtaz Paşa ve saray mabeyncilerinden Emin Bey, Vahdettin’in talimatı ile İsviçre’deki İngiliz elçisine de, “İngiliz himayesini isteyen bir muhtıra” verirler.[18]

30 Eylül 1919’da, Amiral de Robeck’ten Lord Curzon’a şöyle bir mesaj gider: “Sultan, İngiliz otoritelerinden, kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi.”[19]

15 Aralık 1919 tarihinde ise, Amiral de Robeck’ten Lord Curzon’a: “Geçende sultan benimle görüşmek istedi, reddettim.” (dışişlerinin 24 Aralık 1919’daki cevabı “İyi yaptınız!”) “Sultan kendisini bize teslim etti. Çünkü tek dayanağı İngiltere hükümetidir.”[20] ifadelerini içeren bir mesaj gönderilmiştir.

30 Mayıs 1920, Albay Lawrens demecinde: “Türkiye’deki tek müttefikimiz Sultandır.”[21] demekteydi.

14 Temmuz’da Paris’ten dönen Damat Ferit; görüşlerini Anadolu’daki ‘aşırı eğilimlilere’ kabul ettirmesi için kendisine izin verilirse Sevr Antlaşmasını imzalamaya gönüllü olduğunu açıklamış; antlaşmanın bir ‘ölüm kararı’ olduğunu ve Türklerin ilmiği kendi boyunlarına geçirmemeleri gerektiğini öne sürenleri ‘sorumsuz çılgınlar’ olarak nitelemiş; antlaşma imzalanmazsa Türkiye’nin mahvına yol açacağına inanmış; antlaşma imzalandıktan sonra ülkeye düzeni geri getirmek için İngiltere Türk yönetimine yardımda bulunursa, başta Padişah olmak üzere ‘aklı başında herkesin’ antlaşmanın imzalanmasından yana olacağını Robeck’e bildirmişti. Ferit, barış antlaşmasını Ankara’nın onaylamayacağını anlayınca. Padişahı, 22 Temmuz’da Yıldız Sarayı’nda bir Saltanat Şurası çağırmaya ikna etmişti. Gerek Padişah gerekse Sadrazamı bu denli sert bir antlaşmayı imzalamak sorumluluğunu yüklenmeyi istemiyorlardı, ama ‘durumun, bu antlaşmanın imzalanmasını gerektirdiği’ özürünü öne sürerek bunun sorumluluğunu Saltanat Şurası aracılığıyla geniş bir kitleye yaymak yoluna gitmişlerdi. Aralarında birçok Osmanlı yetkilileri, bakanlar, senatörler ve generaller bulunan seçkin davetlilerden oluşan Şura’da Ferit Paşa tartışmaya veya eleştiri yapılmasına izin vermemiş; barış antlaşması imzalanmazsa Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal edeceği uyarısında bulunarak, toplantıda hazır bulunanlara antlaşmayı kabul edip etmedikleri sorusuna yanıt vermekle yetinmelerini tembihlemişti. Şura’da hazır bulunan Vahdettin, antlaşmanın imzalanmasından yana olanların ayağa kalkmasını istemiş; Mareşal Rıza Paşa dışında tüm davetliler ayağa kalkarak antlaşmayı kabullendiklerini belirtmişlerdi.[22]

15 Temmuz 1920 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna göre, Ulusçuların eylemlerinden epeyi rahatsız olan Padişah, 25 Haziran’da Mustafa Kemal’e gönderdiği özel mektupta, onu, ülkenin ‘yüce çıkarlarını korumak’ amacıyla hükümet tarafından alınmış olan kararlara riayet ederek, ülkeyi felakete sürüklemekte olan ayrılık ve düşmanlığı sona erdirmeye; askeri güçlerini hükümetin emrine vermeye çağırmıştı. Padişah, devletin o sırada yıkımının kaçınılmaz olmasına karşın, halkı, içine düşmüş olduğu çıkmazdan kurtarmanın tarihi bir görev olduğunu vurgulayarak bu güç görevde Ulusçuları yardımcı olmaya; güçlükler çıkarmaktan sakınmaya ve son başarıları(!) zedelememeye çağırmış; onların ‘kötü eylemlerine’ karşın, pişmanlık duyan her uyruğuna sevgi ve genel af uygulamaya hazır olduğunu bildirmişti.[23]

16 Temmuz 1920 günü ise D. Ferit, Amiral de Robeck’i ziyaret eder. O gün söylediklerinden bazı bölümler şunlardır: “Milliyetçiler yalnız Türk hükümetinin değil, aynı zamanda İngiltere’nin de düşmanıdır… Türk köylüsü, nereden gelirse gelsin, yapılacak bir barış teklifini kabule hazırdır… Eğer Yunanlılara Ankara’ya, hatta Sivas’a kadar gitmeleri emredilirse, ilerleyişleri askeri bir yürüyüş niteliğinde olur, Erzurum’a kadar hiçbir direnme ile karşılaşmazlar… İngiltere’nin, Türkiye’de düzenin yeniden sağlanmasına yardımcı olmayı kabul etmesi şartı ile Padişahtan aşağıya doğru herkes, Sevr Antlaşmasının imzalanmasına taraftar bulunmaktadır.”[24]

(Sevr’in İmzasından sonra Vahdettin’in fikirleri) Y. Komiserler, Vahdettin’i ancak, Sevr Antlaşmasının Osmanlı temsilcileri tarafından imzalanmasından sonra 21 Ağustos 1920 günü ziyaret etmişlerdir. O güne kadar ilişkiler aracılar yardımıyla yürütülüyordu. Amiral de Robeck’in o günkü raporundan bazı parçalar: “Sultan, içinde bulunduğu anı, mesut geleceklerin ışıklı bir başlangıcı olarak kabul ettiğini söyledi. Macera düşkünü bir avuç insan tarafından memleketin felakete sürüklendiğini acı bir dille tenkit etti… Geleneksel İngiliz dostluğunu da çiğnemişlerdi… Türkiye, yaşayabilmek için bir dostun yardımına muhtaçtı. Bu yardım İngiltere’nin desteği şeklinde olmalıydı.”[25]

11 Ekim 1920 günü, öteki Y. Komiserlerle birlikte Vahdettin ile görüşen Amiral de Robeck’in, 14 Ekim 1920 günlü raporunda: “Sultanın milliyetçiler aleyhinde konuştuğu… Milliyetçilerin iktidara gelmesinden ve kendi kişisel güvenliğinden kaygı duyduğu…” belirtilmektedir[26]

22 Ekim 1920, Amiral de Robeck’ten Lord Curzon’a giden mesajda: “Son zamanlarda Ferit paşa’yı Padişah’tan başka destekleyen kalmadığı, Padişahın ise zayıf karakterli olduğu…”[27] teşhisleri yer almaktadır.

Vahdettin, anılarında, kendisini şöyle anlatmaktaydı: …”Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu ama kurtuluşumuz için babam Abdülmecit Han’dan miras aldığım İtilaf devletlerine (galiplere) yakınlık politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle antlaşma olmasa bile hiç olmazsa düşmanlıklarını, şiddet ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum.”[28]

21 Mart 1921 günü Vahdettin’le görüşen Rumbold’un Raporunda: “Padişahın, Ankara liderlerini şikâyet ettiği… Tahtını tehlikeye sokmaya, otoritesini azaltmaya kalkıştıklarını söylediği… Rumbold’un, Türkiye’nin Padişah etrafında birleşmesini isteklerini belirttiği… Padişahın, M. Kemal ve yanındakilerden ‘eşkıyalar’ diye söz ettiği, Türk olmadıklarını iddia ettiği… Vahdettin’in, son olarak, kendisinin büsbütün çaresiz ve yalnız olduğunu, ancak onurunu ve tahtının çıkarlarını, bir avuç eşkıyaya teslim etmek istemediğini söylediği…”[29] tespitleri geçmektedir.

4 Nisan 1921 tarihli İngiliz Deniz İstihbaratı raporuna göre, aralarında İzzet Paşa da olan Osmanlı kabinesi mensupları, II. İnönü zaferi üzerine, Padişahın elini öpmek ve zaferi kutlamak amacıyla Saraya gitmişlerdi. Ancak, onların bu davranışı iyi karşılanmamıştı, çünkü o sırada Padişah Yunanlılardan çok Kemalistlerden korkuyordu.[30]

27 Nisan 1921, İngiliz Y. Komiserliğinin ‘1920 Türkiye Yıllık Raporu’nun Vahdettin’le ilgili bölümünde ise: “Zeki, saltanatı korumak, ülkeye hizmet etmek isteyen bir kimse olmakla birlikte zayıf, pısırık ve temkinli olduğu için hâkim rol oynayamadığı, ancak İngiltere’nin lütfunun Türkiye’yi kurtarabileceğine inandığı…”[31] saptamaları yer almaktadır.

23 Mayıs 1921 günü Vahdettin’le görüşen Rumbold’un raporunda: “Padişahın, Ankara liderlerini suçladığı… Kişisel emeller peşinde koştuklarını, Bolşeviklerle anlaştıklarını söylediği… Büyük devletlerin arabuluculuk değil baskı yapmalarını istediği… Trakya’da bir tampon devlet kurulmasını önerdiği…”[32] bilgileri yer alır.

Vahdettin, 13 Ocak 1922 günü, yeğeni Sami’yi gizli olarak İngiliz Y. Komiserine gönderir ve kendisini ziyarete gelmesini ister. Sami’nin sözlü mesajına göre, ‘harekete geçmeye karar veren Sultan, Ankara’nın otoritesi yerine kendi otoritesini ikame etmek, bu amaçla da İngiltere’nin manevi desteğini sağlamak arzusundadır.’ Rumbold, Fransa ve İtalya’yı kuşkulandırır düşüncesiyle bu sırada böyle bir görüşmeyi sakıncalı bulur, ileriki bir tarihte Padişahı ziyaret edeceğini bildirir.[33]

Rumbold’un Vahdettin’i ziyarete gelmemesi üzerine Vahdettin 25 Mart 1922 günü Tevfik Paşa’yı gizlice Rumbold’a yollar. Rumbold’un Lord Curzon’a yolladığı bu çarpıcı görüşme hakkındaki rapordan bazı bölümler şunlardır:

“…Sadrazam, dünkü kabine toplantısından sonra Sultanın kendisini saraya çağırdığını bildirdi. Sultan kendisine aşağıdaki teklifi açmış ve size (Lord Curzon) sunmam ricasıyla teklifi bana duyurması için kendisine talimat vermiş. Sultanın teklifi şöyledir: İngiltere ile Türkiye arasında bir antlaşma akdedilecektir. Antlaşma gereğince Türkiye, bütün milletlerin yararına, tarafsız olarak Boğazların (İstanbul ve Çanakkale) serbestliğinin korunmasını, İngiltere’ye verecektir. İngiltere bu amaçla kendi askerini ya da Türk jandarmasını kullanabilecektir. Türk Hükümeti, Türk Jandarmasını İngiltere’nin emrine verecektir. Hatta Boğazların serbestliğini korumak için gereken toprak şeridinin idaresi de İngiltere’nin eline verilecektir. Böyle bir antlaşma, İngiltere’nin Hilafete düşman olduğu ve Türkiye’yi yıkmak istediği yolunda Hindistan’da ve sair yerlerde yaygın olan kanıları hemen ve sonsuz kadar yıkacaktır. Antlaşma, bu kanıların doğru olmadığının parlak bir kanıtı olacak ve İngiltere’nin hilafetin hamisi ve ortağı olduğunu İslam dünyasına beyan edecektir.

…Sadrazam, Sultanın teklif ettiği projeyi kendisinin de uygun bulduğunu söyledi. Bu konuda bütün gece düşünmüş ve bugün bana gelmiş. Sultan, bu meselenin gizli olduğunu belirtiş ve hatta İzzet Paşa da dâhil, öteki Nazırlara bu tekliften bahsetmemesini kendisinden istemiş… Sultan, belirtilen esaslar dâhilinde İngiltere ile bir antlaşmaya varılırsa, bunu derhal imzalayıp onaylayacağını beyan etmektedir.”[34]

TBMM Bakanlar Kurulu, Türk tezinin tanıtılması için Dışişleri Bakanı Yusuf K. Tengirşenk’in, Roma, Paris ve Londra’da temaslarda bulunmasına karar vermişti. Y. K. Tengirşenk, Avrupa’ya hareket etmeden önce İstanbul’a uğrar ve Vahdettin’le görüşür. (21 Şubat 1922) K. Tengirşenk’in TBMM’yi tanıması önerisine cevap bile vermeyen Vahdettin, Y. Kemal’in kâtibi Kemal Bey’in kayınpederinin evine bıraktığı çantasını gizlice açtırır, içindeki 6 gizli belgenin fotoğrafların çektirerek, bir saray görevlisi ile İngiliz Y. Komiseri Rumbold’a ulaştırır.[35] Vahdettin, İngilizler hesabına ajanlık ta yapmaktadır.[36]

Vahdettin, 9 Nisan 1922’de İngiliz Y. Komiserliğine, adamlarından birini gönderir. Haberci şu mesajı iletir: “Sultan, kurtuluş için Türkiye’nin, İngiltere’ye ve yalnız İngiltere’ye bakması gerektiğine kesin olarak inanıyor… Şahsi durumu için de pek kaygılı.”[37]

(Vahdettin’in İngilizlere Teklifi) Vahdettin’in yeğeni Sami Bey, 1922 Haziran ayında malum Bozkurt kitabının yazarı İngiliz ajan Yüzbaşı Armstrong ile görüşür. Armstrong bu görüşmeyi şöyle aktarıyor (özet): “Sami’yi bana Vahdettin göndermişti. Padişah diyormuş ki: ‘Lloyd George’a haber veriniz, akıbet yaklaşıyor. Bunu İngiliz büyükelçisine anlatmaya çalıştı isem de muvaffak olamadım. M. Kemal ve adamları ihtilalcı, sizin ve benim düşmanlarımızdırlar. Ben İngiltere’nin dostuyum. Ne isterseniz vermeye hazırım. Hâlbuki siz Ankara’da bir şey alamazsınız. Yunanlıların Anadolu’dan çıkarılmasını sağlayınız. Ayrıca dört milyon İngiliz lirası borç istiyorum. Bununla mükemmel bir hükümet kurarım. Bursa’ya gider, uyruklarımı etrafımda toplarım. Halk benim davetime koşar. Fransızlarla da dost olurum. Boğazları açık bırakırım. Halife olmak haysiyetiyle daima sizin tarafınızı tutarım. Çünkü siz müminlerin savunucususunuz. Ankara’dakiler katildir. Moskova’nın tesiri altındalar. Benim söylediklerimi hiçbiri yapmaz!” Padişahın sözlerini ilgili yerlere duyurdum.”[38]

7 Ağustos 1922, Vahdettin’in, yine yeğeni Sami ile General Harington’a yolladığı sözlü mesajda: “Ben Padişah ve Halifeyim. Padişah olarak Osmanlı ordusu başkomutanıyım. Bir bunalım çıkarsa, Müttefik İşgal Kuvvetleri Başkomutanı ile beraber olmam doğaldır ve böyle bir kriz anında Genel Karargâhımın nerede olacağını bildirmesini General Harington’dan rica ederim.”[39] demektedir.

Y. Komiser Rumbold’un 2 Eylül 1922 günlü raporunda ise: “Kemalistlerin taarruzundan İstanbul hükümetinin rahatsız olduğu… Bu başarıya her Türkün tabi olarak sevinmesi gerekirken, Sultan ve bazı nazırların M. Kemal’in prestijinin yükselmesinden kaygı duydukları… Bundan sonra Sultan’a pek az söz düşeceği…”[40] tespitleri bulunur.

Son olarak 16 Eylül 1922, Rumbold’dan Lord Curzon’a giden raporda: “Padişah, zaferden dolayı M. Kemal’i kutlamayı reddetti.”[41] ifadeleri yer almaktadır.

İtilaf Devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bir piyasa malı imiş gibi pazarlığa girişmelerine, iktidarsız bir padişah ve onun birbirini izleyen dalkavuk ve yeteneksiz sadrazamları, özellikle Damat Ferit, yardımcı oluyorlardı. Padişah, İtilaf Devletlerinin görüşünce, türel devletin başkanı idi. Bağlaşıklara karşı dostça davranıyor ve onların buyruklarını yerine getiriyordu. Türk Milliyetçilerine göre, Padişah nazari bakımdan İtilaf Devletlerinin tutsağı idi. Gerçekte ise, Büyük Millet Meclisinin 25 Eylül 1920 günkü gizli oturumunda Mustafa Kemal’in de açıkladığı gibi “hain” idi.
Milliyetçilerin görüşünce hain sayılması şu noktalara dayanıyordu: Vahdettin, ulusal akıma karşı cephe almış, daha sonra bu akımın önderlerini yasa dışı ilan ederek ölüme mahkûm ettirmiş ve Damat Ferit’le birleşerek Kürtleri, Anadolu akımına karşı ayaklandırmaya kalkışmış; Kemalistlere karşı savaşmak için yabancılardan yardım istemiş ve Çerkez Ahmet Anzavur’u İngilizlerin yardımıyla silahlandırarak ulusal akıma karşı çıkarmış; meydana gelen çarpışmalarda ve onun parmağı olan iç isyanlarda birçok Türk’ün kanının akıtılmasına sebep olmuştu.

Halide Edip’e göre:

“Türkiye, gaddar ve sütü bozuk, aptal ve sarhoş padişahlar yetiştirdi; fakat şimdiye kadar Osman oğullarından hiçbiri, rahatça yaşayabilmesi için Türkiye’nin boyunduruk altına girmesi yönünde entrika çevirecek kadar alçalmadı.”[42]

30 Mart’ta Damat Ferit, gene Amiral Webb’i ziyaret ederek, bir gün önce görüşmüş olduğu Padişah tarafından gönderildiğini, Padişahın babası Abdülmecid’in, onu, İngilizlere karşı dostluk duygularıyla yetiştirdiğini ve padişahın şimdi “Osmanlı gücünü tamamen İngilizlerin emrine vermek” amacını güttüğünü söyledi. Damat Ferit, Padişahın yardım için İngiltere’den başka hiçbir devlete başvurmak istemediğini, Türkiye’nin savaşta yalnız İngiltere tarafından yenilgiye uğratıldığını; dolayısıyla galiplerden başka herhangi bir devletin boyunduruğu altına girmenin dayanılmaz ölçüde güç ve acı olduğunu; eğer İngiltere, iki ülke arasında bir gedik açmaya kendi bağlaşıkları tarafından ikna edilirse büyük bir hata işlenmiş olacağını belirtti. Bir Halife olarak Padişah ve devlette en yüksek kademeyi işgal eden kendi şahsı adına konuştuğunu ileri süren Damat Ferit, Türkiye’nin İngiltere’ye “ve ancak İngiltere’ye biat ettiğini” bir kez daha belirterek, İngiltere’nin yardımına sığındı ve buna karşılık olarak, Türk hükümetinin, İngiltere hükümetine mümkün olan her türlü desteği sağlayarak iyi niyet göstereceğine dair Amiral Webb’i temin etti ve daha önce hazırladığı bir andırıyı ona verdi.[43]

6 Nisan 1922’de Vahdettin’in İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ve baş tercüman Ryan’la bir görüşmesi olmuştur. Görüşmede Vahdettin şöyle konuşmuştur: ”Barışı yasal bir hükümetle mi, yoksa bir ihtilal örgütüyle mi (TBMM) yapacaksınız? Biz, Ankara’nın kabul etmeyeceği şartlarla barış yapmaya hazırız.” (Vahdettin Misak-ı Milli’den fiyat kırıyor.) Sonra Meriç’in sınır olması gerektiğini, İngiltere ile özel bir anlaşma yapılabileceğini söylemiştir.[44] İkinci bir görüşme Büyük Taaruzdan üç hafta kadar önce Vahdettin ve Rumbold arasında olmuştur. Bu sefer Vahdettin, TBMM Hükümetinin Yunan işgali yüzünden ortaya çıktığını, Yunanlılar Anadolu’yu boşaltırlarsa o boşalttıkları yerler Ankara hükümetine değil İstanbul Hükümetine teslim edilmeliydi. Fakat İngiltere, İstanbul’a para ve silah, donanma desteği sağlamalıydı.[45]

….(İç İsyanlar ile ilgili) Dikkat edilirse bu ayaklanmaların Ankara’yı üç yandan kuşatacak bir biçimde çıktığı görülür. Nihayet ulusal hareketi boğmak üzere Padişah’ın kurduğu resmi bir ordu vardı. Kuva-yi İnzibatiye ya da diğer adıyla Hilafet Ordusu Süleyman Şefik Paşa’nın komutasındaydı.[46] Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki Kuva-yı Milliye birlikleri Gevye’de bu ordunun taarruzunu durdurup onu bozguna uğrattılar. Büyün yaz ve güz başına değin bir iç savaş Anadolu’yu kasıp kavurdu. İstanbul sorunu dolayısıyla verdiği 1,5 aylık ara dışında Padişah, iç savaşı 1919 güzünden 1920 güzüne yaklaşık 1 yıl sürdürmüştür. İç savaşı Damat Ferit’ten çok Vahdettin’e mal etmek gerekir. Zira bu dönemin önemli bir bölümünde Ferit iş başında değildir.[47]

…Sevr’in Osmanlı temsilcilerine tebliğinden üç, M.Kemal’in idama mahkum edilmesinden iki gün sonra, 13 Mayıs günü, Vahdettin, 16 Kuva-yı İnzibatiye gazisini(!!) 5. dereceden Mecidiye nişanı ile ödüllendirecektir.[48] Yüksek Komiser Amiral de Robeck, 21 Ağustos 1920 günlü raporunda Vahdettin’in Sevr konusundaki görüşlerini aktarmaktadır: “…Sultan… antlaşmanın imzası için emir verirken, gelecekte Britanya’nın yardımına dayanacağı ümidini beslediğini… söyledi.”[49]

…(Vahdettin hakkında yumuşak sayılabilecek bir tahlil) Önce Vahdettin’in 30 Mart 1919’da İngilizlere sunduğu barış planında bağımsızlıktan tamamen vazgeçmesi davranışına bakalım. Bunu hainlik sayılabileceğini pek sanmıyorum (yazarın fikri C.A.), çünkü buna karşılık O, imparatorluğu istiyordu onlardan. Ayrıca bu düşkünlük döneminde Osmanlı Padişahlarının toprak uğruna iktisadi haklardan vazgeçme tarzındaki davranış kalıbına uygun sayılabilir. Vahdettin, ortaçağcı, feodal bir zihniyetin gereğini yapmaktaydı. Bir adam çağdışı olduğu için hainlikle suçlanamaz. Çağdışı olmak belki bir suçtur. Ama başka bir suçtur.

İkinci olarak iç savaşı başlatıp sürdürmesi var. Buna da gaddarlık, kan dökücülük gibi suçlamalar getirilebilir. Ama mutlakıyetçi hükümdarlığa inanmış bir hanedanın demokrasiye kılıç çekmesi, bu uğurda mücadele etmesi, bir bakıma olağandır. Ne var ki iç savaşın düşman istilası sırasında çıkartılması işin rengini çok değiştiriyor. Burada işte HAİNLİK vardır.

Üçüncü olarak iç savaşta güvendiği silahlı mücadelelerin teker teker yenilgiye uğratılıp, kendisi de Damat Ferit’e yol vererek pes ettikten sonra, gizli gizli “Misak-ı Milli’den ödün veririm” diyerek İngilizlerle anlaşmak istemesi var. Bir çeşit “fiyat kırarak” kendisini ve düzenini İngilizlere çekici kılmak istemiştir. Bu da bence hainliktir. Çünkü iç savaşta bütün kâğıtlarını yitirdikten sonra artık geçekten pes etmesi, yazgısına boyun eğmesi gerekirdi. Bunun yerine Misak-ı Milli’den fiyat kırması onun, anlayacağı bir dille Tanrı emaneti olan Ümmet-i Muhammed’in sırtından verilmek istenen ödündür. Onları gaddar, Müslüman olmayan yönetimlerin insafına terk etmektir ve bu da kuşkusuz hainliktir.

Dördüncü olarak İngilizlere sığınarak kaçması var ki, Vahdettincileri en çok bu rahatsız ediyor. Bir süre önce kimileri Vahdettin’in İngilizler tarafından silah zoruyla kaçırılmış olduğunu bile iddia ettiler. Oysa bu, yukarıda sözünü ettiğim hainlikler yanında bence hafif bir davranış kalır. Bir kez insanın canı, hatta özgürlüğü tehlikede ise kaçması fazla kınanamaz. Tabi hemen belirtelim ki Vahdettin kaçmayabilirdi de. Ama O, bunu seçmiştir. Çirkin olan yön kaçması değil, İngilizlere sığınarak kaçmasıdır. Çünkü İngiltere, Yunanistan ile birlikte Türkiye’nin baş düşmanı durumundaydı. Fransa’ya, İtalya’ya sığınabilirdi. İngilizlere sığınması onun “İngiliz İşbirlikçisi” niteliğini bir kez daha göstermektedir. Bir de kimi Vahdettinciler onu yalnızca elindeki mücevherle kaçtığı için Osmanlı Hazinesini yüklenip götürmediği için alkışlar. Bu da garip bir düşüncedir. Vahdettin’in böyle bir olanağı var mıydı sorusu bir yana, böyle bir olanak vardı da onu kullanmadı diye onu övmek olmaz. Çünkü normal olarak namussuzluk yapmadı diye insanlara aferin denmemelidir. Olumlu davranışlara aferin denilmelidir.[50]

…Vahdettin için hafif barış koşulları elde edilemese de, o çaresizlik içinde tahtı koruyabilmek yine bir kazanç olacaktı. Çünkü müttefik hükümdarlardan ikisi tümüyle yıkılmış, üçüncüsünde ise hükümdar tahttan ayrılmak zorunda kalmıştı.[51]

…16 Aralık’ta Padişah, İngiliz genel karargâhına başvuruyor ve somut bazı önerilerde bulunuluyordu. Karargâha gelen Sami Bey adında biriydi ve Padişahı ile Hariciye Nazırı tarafından geldiğini söylüyordu. Mümkün olan en kısa zamanda İngiltere’nin Türkiye yönetimine el koyması için “yalvarmakla” görevlendirilmişti.[52] Barışa dek beklendiği takdirde çok geç olurdu. Medine’de ve başka yerlerde İngiliz yönetimi altında barış ve refah içinde yaşayan milyonlarca Müslüman’a uygulanan “aydın” yönetimin Türkiye’ye de sağlanması için yardım isteniyordu. Denetlemek ve yönetime yardımcı olmak üzere İngiliz subaylarının dâhile gönderilmesini rica ediyordu. Buna karşılık Kafkasya’ya İngiliz askeri göndermek zor olduğundan oradaki Türk askerlerini İngilizlerin buyruğuna vermeye, istemeyen subayların görevlerinden almaya ve birlikleri İngiliz subaylarının komutası altına vermeye hazır bulunuyordu.

Bir başka girişim uzun yıllar Türkiye’de oturmuş, “özel ve bağımsız”, “pek saygıdeğer bir İngiliz centilmenin” Padişahı ziyareti sonucu ortaya çıkmıştı. Bu zat gelip Padişahın anlattıklarını Calthorpe’a iletmişti.[53] Vahdettin, her zaman İngilizci olmuş olduğunu, bunu zor koşulların baskısı altında söylenmediğini, bunun gerçek olduğunu, bu yüzden 1908’den bu yana hep İttihat ve Terakki casuslarıyla çevrildiğini ve bu yüzden çok çektiğini söylemişti. Şimdi bütün umudunun İngilizlerde olduğunu, Cumartesi’den önce kabinesini değiştirmek istediğini, kabinede “sivri” bir kişi olarak dönme olan ve İttihat ve Terakki’ye eğilimli olan Dâhiliye Nazırı[54] Mustafa Arif’ten söz ettiği, Türkiye’nin o sıradaki acılarından sorumlu olan İttihat ve Terakki’ye karşı elinden gelen çabayı esirgemeyeceğini ve İngilizlerin kırımları yapanlar denli, İngiliz tutsaklarına kötü muamele edenlerin de cezalandırılmalarını istediğini bildiğini ve İngilizlerin istediği “her bir kişinin” tutuklanıp cezalandırılmasını sağlamaya hazır olduğunu bildirmişti. Yalnız bir korkusu vardı ki, o da geniş ölçüde eyleme geçerse bir ihtilali tahrik edip hiçbir yarar sağlanamadan kendisinin tahttan indirilmesine ve belki de öldürülmesine yol açmaktı. Şiddetle harekete geçtiği takdirde müttefiklerin desteğine güvenip güvenemeyeceğini öğrenmek istiyor ve böyle bir durumda “Türklerin iç işleridir diye karışılmayacağından” çekiniyordu. Bütün müttefiklerle dost olmak istiyordu. Ama yalnız İngiltere’den gerçek yardım ve uzun süreli dostluk bekliyordu. Acaba yüksek komiserlikle temasa geçmenin yolu yok muydu? Oradan gelecek herhangi bir işarete göre davranmaya hazırdı. Vahdettin bundan sonra hilafet konusunu açmıştı. Onun iki silahı İngiltere’nin yardımı ve Hilafetti. İngiltere’nin kendisinin hilafet sahipliğini desteklemeye niyetli olup olmadığını öğrenmek istiyordu.[55]

…Yüksek Komiserliğin “herhangi bir işaretine baktığını” söylemesi bir Osmanlı Padişahı için yüz kızartıcı bir “ajanlık” önerisidir.[56]

…Adeta çılgınlık derecesindeki bir ısrarla karşısına çıkan İngiliz temsilcilerinin olumsuz tavırlarını gördükçe, bu duvarda bir gedik bulabilmek umuduyla hem sözcülerini hem de başvurduğu kapıları değiştirerek çabasını sürdürüyordu. Fakat bu çabalar büsbütün boşuna olmamaktaydı. Calthorpe, Grahem’e yazdığı 19 Ocak tarihli mektubunda Halifenin önemli bir etken olduğunu, Halife ellerinde olacak olursa Müslüman dünyasında koskocaman bir ek denet elde edileceğini belirtiyor, sonra da Padişahın, kendilerinin Türkiye’de yerleşmeleri için “pek arzulu” olduğunu, bunun barış konferansında göz önünde tutulması gerektiğini ekliyordu.[57]

…Padişah kendini İngiltere ile o denli bütünleşmiş hissetmekle ya da bunu o kadar arzulamaktadır ki bir İngiliz işgalini bağımsızlığın koruyucusu olarak görebilmektedir. İhtimal ki İngiliz askerinden beklenen asayişi koruma görevi, Padişahın gözünde dış bağımsızlığı korumaktan daha önemli bir görevdir. Çünkü böylece Vahdettin 15 yıl süreyle kendini ittihatçılığa yani ulusçuluğa karşı fiilen korumuş olacaktı. İngiliz askeri işgali 15 yılla sınırlandırılırken, boğazların işgalinin süresiz oluşu, 15 yıllık sürenin bir bağımsızlık duyarlılığından ileri gelmediğini kanıtlamaktadır. Çünkü öyle olsaydı, başkentin işgali demek olan boğazların işgali hayli hayli bir süreyle sınırlandırılırdı. Aynı biçimde her vilayetteki İngiliz başkonsoloslarının valilere müsteşar olmalarının 15 yıl süreyle sınırlı olması her halde bağımsızlık için bir duyarlılıktan çok, bu sürenin Osmanlı yönetim örgütünü yetiştirmek için yeterli olacağı düşüncesine bağlanabilir.

Ne garip bir tezattır ki bu sıralarda Hindistan, Mısır ve Afganistan, İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanırken Osmanlı Sarayı karakuşi bir bağımsızlık anlayışıyla İngiliz emperyalizminin sultası altına girmek için can atıyordu.[58]

…Saray, kurtuluşu İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu. Çünkü “Halife” sıfatı ancak bir Müslüman İmparatorluk camiası içinde anlam ve değer taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi.[59]

…Vahdettin şöyle diyordu: “Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bir kitaba girmiştir…. Tarihe geçmiştir… Bunları unutun… Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!” Mustafa Kemal’e göre bu kurtarma Vahdettin’in gözünde itilaf devletlerinin yakındıkları konuları çözmek, onları hoşnut etmek, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırmak, bu siyasete karşı gelen Türkleri bastırmak demekti.[60] [61]

…Vahdettin’in, M. Kemal’e vatanı kurtarmak gibi bir görevi verdiğini kabul etsek de bunun sarayın mutlakıyetçi tutumuna uygun olarak salt Yunan ve Ermeni emellerine karşı koymakla ilgili olabileceği, meclis ya da kongrecilik gibi demokratik faaliyetleri kapsamış olamayacağı ortadadır. Sonra M. Kemal’in söz konusu hatt-ı hümayun’u açıklamış olması var.[62]

…O, belki M. Kemal’den kendi tahtının kurtarılmasını bekliyordu. Beklediğini bulamayınca onu kâfir ve asi ilan etmişti.[63]

…Vahdettin, eğer vatanın kurtarılmasını içtenlikle isteseydi, kurtuluş hareketinin şeriata aykırı olduğunu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kâfir ve idamlarının vacip bulunduğunu içeren Şeyhülislam Dürrizade’nin fetvasını onaylamaz, Kuvayı Milliye askerlerinin üzerine Kuvayı İnzibatiye’yi göndermez ve eşkıya Anzavur’u ödüllendirmezdi. Dahası var: ulusal kurtuluş hareketine karşı çıkan Hürriyet ve İtilaf Partisinin, dernek ve kuruluşlarının onur başkanlığını kabul etmezdi.[64]

…Dâhiliye Nezaretinin örtülü ödeneğinden verildiği söylenen 25 bin lirayla Padişahın verdiği ileri sürülen büyük paralara gelince, bu paraları, M. Kemal ile arkadaşlarını neredeyse sefalet sınırlarında dolaştıran ve birçok kaynak ile doğrulanan ulusçu hareketin 1919’daki mali koşullarıyla bağdaştırmak imkânsız derecede zordur. Kaldı ki bu paraların M. Kemal’e gerçekten verilmiş olduğu kanıtlansa da bunun nasıl anlamlandırılacağı, nasıl yorumlanacağı sorusu ortaya çıkmaktadır. Şunu da belirtmekte yarar vardır ki bütün iddialar doğru da olsa bunlar ancak Vahdettin’in o sıradaki niyetlerinin, fakat ondan sonraki davranışlarıyla doğrulanmayan, eylem alanına dökülmeyen niyetinin bir ifadesi olmaktan ötede bir değer taşımaz. (Kaldı ki Vahdettinciler kitaplarında 25 bin liralık paranın makbuzu olarak 1.000 liralık bir maaş ödemesi makbuzunu göstermektedir. Üçkâğıtçılar, Osmanlıca bilmeyen insanlarımızı böylece kandırmaktalar.)

Vahdettin’in M. Kemal’e vermiş olabileceği ikinci ve gizli bir görev olsa olsa Enver Paşa’nın Anadolu’ya gelmesini önlemek olabilir. M. Kemal- Enver Paşa çekişmesini iyi bilen Padişahın Paşa’yı böyle bir görev için uygun görmesi olağan sayılabilir.[65]

…Vahdettin’in İngilizlere 30 Mart’ta yaptığı kendilerine tamamen boyun eğme önerisine cevap alamayınca, hele İzmir Yunanlılara işgal ettirilince girdiği İngilizlere küskün ve başka türlü bir siyaset denemeye hazır tereddütlü dönemin 7-8 Temmuz 1919’da son bulduğunu, kendisinin seçimini yaparak yeniden İngilizlere tamamen boyun eğme noktasına döndüğü, fakat bu sefer bunun, daha umutsuz olduğu için, daha kayıtsız şartsız bir boyun eğme olduğu saptanmış bulunuyor. Amiral Calthorpe, 8 Temmuz’da İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği gizli telgrafta, Padişah Vahdettin’in kendisine özel bir haber göndererek, Aydın ilinin mezbahaya döndüğünü; Yunanlıların taşkınlıklarını önlemek için önlem alınmazsa, Anadolu halkını yatıştırmanın büsbütün olanaksız olacağını; Ordu terhis edilmiş olduğundan, düzeni korumak için gönderecek askeri olmadığını; Bağlaşıklar’ın da orada askerleri bulunmadığını; gidişin korkunç ve tehlikeli olduğunu ve kaçınılmaz felaketleri önlemek için İngiliz yönetimi dışında bir umut göremediğini bildirmişti.[66] Fakat İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden C. E. S. Palmer, bu konuda kaleme aldığı açıklamada: ‘Padişah, düzensizlikleri ancak İngiltere’nin durdurabileceğini söylüyor. Yunanlılar özgürce davranmaya bırakılırlarsa, Türk sorununu kökünden çözümleme[67] yeteneğine sahip görünüyorlar’ diyordu. Vahdettin ise, Morning Post Gazetesine verdiği 15 Temmuz tarihli mülakatta: “Ben her zaman İngiltere’yi takdir etmiş, İngiltere’den yana bir siyaseti desteklemişimdir ve soylu İngiliz ordusu ve hükümetinin hakkaniyet ve insanlık duyguları ile bizim de adalet elde etmemize yardım edeceklerini umuyoruz” demişti.[68]

…İşgal güçlerinin İstanbul’u işgal ettikleri gün (16.03.1920) Vahdettin, Sivas milletvekili Rauf (Orbay), Balıkesir milletvekili Abdülaziz Mecdi (Tolon) ve Konya milletvekili Vehbi (Çelik)’den oluşan Meclis kurulunu kabul etmiştir. Yapılan görüşmede şu sözler sarf edilmiştir:

Vahdettin: “Bu adamlar (İngilizler) daha çok şey parlar, her istediklerini yaparlar! Her şeye cüret edebilirler! Meclis’teki sözlerinize ve hareketlerinize dikkat ediniz!”

Vehbi (Çelik): “Efendimiz, onların kudreti milleti yıldıramayacaktır. Millet azimlidir, kararlıdır. Hakkın yardımıyla haklarından gelecektir. Milletiniz memleketi de, sizi de kurtaracaktır. Müsterih olunuz padişahım.”

Vahdettin: “Hoca! Hoca! Dikkatli olun! Bu adamlar, her istediklerini yaparlar!”

Mecdi (Tolon): “Padişahım, bu kâfirlerin kudreti zahiridir, şu gemilerin top menzili dışına çıkamaz. Senin milletinin yüreği, onların demirinden metindir. Millet, istiklali uğruna giriştiği mücadeleden muhakkak muzaffer çıkacaktır. Endişe buyurmayınız.”

Vahdettin: “Hoca, vaziyet meydanda! Hadiseler ortada! Bu adamlar isterlerse yarın Ankara’ya giderler!”

Rauf (Orbay): “Efendimiz, biz huzurunuzda milleti temsilen bulunuyoruz. Millet, haysiyet ve istiklale aykırı bir kaydı kabul etmemeye kesin kararlıdır. Eğer milletlin hislerine tercuman olduğumuza kani iseniz, arz ediyoruz ki milletin sizden ricası, haysiyet ve istiklale aykırı bir antlaşmaya ve sözleşmeye imza koymamanızdır. Aksi takdirde istikbali çok karanlık görüyoruz.”

Vahdettin: “Rauf Bey, millet koyun sürüsü! Bu sürüye bir çoban lazım! İşte o da benim!”

Yolda, Vehbi Hoca, derin bir acı içerisinde olan Mecdi Hoca’nın omzuna elini koyar, “Gam çekme efendi” der. “Allah büyüktür! Bu millet kurtarıcısını bulacaktır. Milleti koyun sürüsü saymak rıza-yı ilahiye de aykırıdır. Yaşarsak çok şey göreceğiz.” [69]

…Partiler üstü bir saray mutlakıyetini ve İngilizci uysal bir siyaseti savunmak ve uygulatmak, taşradaki durumu merkeze bildirmek, ulusal hareke bağlı görevlileri tasfiye etmek ya da hizaya getirmek gibi amaçlarla Anadolu’ya tahkik heyetleri gönderildi.[70] 1919 Kasım ayının sonlarına doğru, Ahmet Fevzi Paşa başkanlığında bir kurul, Osmanlı yönetimi adına incelemeler yapmak üzere Sivas’a ulaşmıştı; ama Mustafa Kemal bu kuruldan kuşkulanıyordu. Onun bu kuşkusunun ne kadar yerinde olduğunu, 12 Şubat 1919’da sona eren haftayı kapsayan 23 Aralık 1919 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporu bir bakıma haklı çıkarıyordu. Rapor şu bilgiyi veriyordu: ‘Padişahın onayıyla Fevzi ve Hurşit Paşalara gizli talimat verilmiştir. Bu talimata göre, Anadolu’da Padişaha karşıt olan “gizli güçler” hakkında el altından soruşturmalar yapılacak ve Padişaha karşı sadık duygular telkin edilecektir. Kurula, cumhuriyetçi görüşleri cesaretlendirmemesi; adil olan Padişah lehinde duyguların cesaretlendirilmesi; seçimleri hünerle kullanan ve ulusal akımın tahakkümü altında olan İttihatçılara karşı propaganda yapılması konularında yönerge verilmiştir’[71]

…Saltanat için felaket sebebi olacağı uyarılarına rağmen “Ben istersem Rum Patriğini de, Ermeni Patriğini de getiririm, Hahambaşı’yı da getiririm” diyen[72] Vahdettin, 5 Nisan 1920’de Damat Ferit’i Sadrazam yapmış ve ona şöyle bir buyruk vermişti:

“Salih Paşa’nın istifası üzerine sadrazamlık bilinen ehliyet ve görüşünüz dolayısıyla size verilmiş ve Şeyhülislamlığa Dürrizade Abdullah Efendi uygun görülmüştür. Anayasa’nın 27. Maddesi gereğince kurduğunuz yeni vekiller kurulu onaylanmıştır. Mütarekenin yapılmasından başlayarak yavaş yavaş iyileşmeye yüz tutan siyasi durumumuzu milliyet adı altında meydana getirilen kargaşalıklar kötü bir hale sokmuş ve buna karşı şimdiye kadar alınmasına çalışılan uzlaşıcı önlemler faydasız kalmıştır. Son zamanlarda görünen olaylara göre bu isyan halinin devamı, Allah saklasın, korkunç hallere sebep olabileceğinden, bu kargaşalıkların bilinen düzenleyicileri ve kışkırtıcıları hakkında kanun hükümlerinin uygulanması ve fakat aldatılarak katılmış ve alet olmuş olanlar hakkında genel ad ilanı ile bütün ülkede asayiş ve düzenin sağlanıp sağlamlaştırılması için gereken önlemlerin hızla ve kesinlikle alınıp tamamlanması ve bütün sadık tebaamızın hilafet ve saltanat makamına olan sadakat ve bağlılıklarının güçlendirilmesi ve bunlarla birlikte büyük devletlerle içten ve güven verici ilişkiler kurulması ve millet ve devlet çıkarlarının hak ve adalet esasına dayanılarak savunulmasına özen gösterilmesi, barış şartlarının ölçülü (yumuşak) olmasına ve bir an önce barışın imzalanmasına çalışılması kesin isteklerimizdendir.”

İngiliz Yüksek Komiseri De Robeck, bu buyruk için, 5 Nisan 1920 tarihli raporunda: “D. Ferit’i sadrazamlığa atayan Padişah, buyurunda, milli hareketi açıkça isyan olarak suçladı ve bu hareketin liderlerine yaptırım uygulanmasını istedi” derken Yunan Komutanı General Paraskevopulos da, 24 Haziran 1920’de yayımladığı bildiride dövüştüğü milliyetçileri, “Padişahlarına düşman asiler” olarak tanıtacaktır.

Damat Ferit 7 Nisan 1920’de İngiliz Yüksek Komiseri De Robeck’i ziyaret eder. Bu ziyarette:

1. Ferit Paşa, milli hareketi bastırmak programıyla başa geçtiğini belirterek, bu hareket liderlerine karşı, Padişahın manevi nüfusundan başka, silah kullanmak kararını açıklamış.

2. Bandırma bölgesinde Anzavur’dan başka İzmit, Bolu, Trabzon, Kayseri ve Elazığ taraflarında da bazı kişilerin milliyetçilere karşı sevk edilebileceğini söylemiş.

3. Hükümetin, Anzavur’u paşalığa yükselttiğini belirmiş.

4. Anzavur kuvvetleri için silah istemiş.

5. Milliyetçiler aleyhine yayımlanacak bildiri ile fetvaları, uçakla Anadolu’ya dağıttırmak için yardım istemiş.

6. İngilizlere uygun bir yol izleyeceğini söylemiştir.

Buna karşılık De Robeck, Anadolu’ya gizli ajanlar yollanacağı konusunda yardım vaat etmiştir.[73] 17 Nisan’da D. Ferit, Y. Komiser De Robeck’e “M. Kemal’e karşı Kürtlerin kullanılmasını” da önerir.[74]

…Baş İngiliz mandacısı, Vahdettin ve çevresindekilerdi. Ondan sonra Hürriyet ve İtilaf ile İngiliz Muhipleri geliyordu. Fakat bu çevreler akıllı davranıyor, tepkilerden çekinerek İngiliz Mandası ya da himayesinden söz etmiyor, İngiliz dostluğundan ya da yardımından dem vuruyorlardı.[75]

…(Saray’ın İngilizlerle Yaptığı Gizli Anlaşma! Lozan’a hezimet diyen Vahdettincilere ithaf olunur!) 14 Eylül 1920[76]:

1- İngiltere Hükümeti, kendi mandası altında Türkiye’nin tamamiyet ve istiklalini üstleniyordu. İstanbul, Hilafet ve Saltanat merkezi olacak ve boğazlar ile İstanbul İngiliz denetimine bırakılacaktı.

2- Türkiye, bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasına karşı çıkmayacaktı.

3- Türkiye, İngiltere’nin Suriye ve El-cezire(Kuzey Mezopotamya) üzerindeki egemenliğini, gerekirse fiili olarak sağlamasına yardımcı olacak ve hilafet gücünü Müslümanların bulunduğu İngiltere’den yana kullanacaktı.

4- Ulusal akımları önlemek ve kurulacak yönetimi korumak için ulusal akımı bastırmak üzere İngiltere bir zabıta kuvveti örgütleyecekti.

5- Türkiye, Mısır ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vazgeçecekti.

6- Bu anlaşma gayrı resmiydi ve İngiliz Hükümeti yukarıdaki esaslara göre Osmanlı delegelerinin taleplerini desteklemeyi kabul ediyordu.

7- Barış koşullarına dönüldükten sonra Padişah, İngiliz hükümetiyle 3. maddedeki esasları genişletip genelleştirecek gizli bir anlaşma yapacaktı.[77]

Ulusal kurtuluş hareketini sindirmek ve söndürmek için kurulan türlü derneklerin onur başkanlığını kabul eden ve yukarıda değindiğimiz fetvayı imzalayıp, Anadolu’da ayaklanmalara sebep olan, Kuva-yı Milliye askerlerini öldürdüğü için Ahmet Anzavur’u kutlayan ve ödüllendiren[78] ve 15 yıl ülkenin İngiliz sömürgesi olmasını öneren Padişah, bu Vahdettin’dir.[79] (Anzavur şöyle demektedir: “Yunanılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”)[80]

Vahdettin, Yunanlılara sığınan Çerkez Ethem’e de destek vermişti. Ethem, İzmir’de olduğu günlerde odasının kapısı vurulur. Gelen, padişahın özel yaverlerinden Zeki Bey‘dir. İstanbul’daki en yüksek yunan komutanından İzmir’deki işgal komiserine bir tavsiye yazısı getirmiştir. Padişahın adamları da Ethem gibi, Yunan işgal bölgesinde güvenlik içinde gezebilmektedirler. Yaver Zeki, Ethem’e anlatmaktadır ki Padişah Ethem’in akıbetine üzülmüştür. Yaverin ifadesine göre Ethem “cidden” hayret içinde kalmıştır. Padişahın onu arayacağı hatır ve hayaline dahi gelmezmiş… Zeki Bey tanıklık etmektedir ki Padişah, Ethem için iyi dileklerde bulunmuştur. Zeki Bey, Padişahın görüşlerini, kendi görüşleriymiş gibi şöyle ifade eder: “Anadolu’dakilerin yaptıklarının birçoğu size mal edilmiştir.” Ve şöyle devam eder: “Eğer şimdi kendiliğinizden İstanbul’a benimle birlikte gelirseniz, bütün kötü anlamalar düzelir. Hakkınızdaki şüphe zail olur. Orada yeni bir vazife alabilirsiniz.”

Silahını milli kurtuluş kuvvetlerine doğrultan bir insanın ister istemez varacağı yerdir burası. Ethem’in yeni dostları Yunanlılar ve Padişah Vahdettin’dir. Ethem, yıllar sonra yazdığı anılarında, Zeki Bey’in bu önerisini İstanbul Hükümetinin kendisini ele geçirme niyetlerine yorduğunu ileri sürmektedir ki, bunun inandırıcı bir yanı bulunmaz. Ankara Hükümeti, milli mücadele hizmet etmek isteyen insanları geçmişlerinden dolayı nasıl itmediyse, hatta geçmişleri ne olursa olsun herkesi bu mücadeleye kazanmaya çalıştıysa, Yunanlıların ve Padişahın da kendi açılarından böyle davranacakları açıktır. Ethem’in, Damat Ferit’in “Mir-i miran”ı Anzavur’un üzerine yürüdüğü, İstanbul hükümetince kışkırtılan Düzce isyancılarını tepelediği, Yogat’ta Halifeci Çapanoğullarını tepelediği günler geçmişte kalmıştır artık. Ethem, o günlerde milli mücadelenin zaferi için her türlü kuvveti kullanmaya hazır olan yurtsever kamuoyunun milli kahramanıydı. Şimdi ise o bambaşka bir adamdır. Safını yüzde yüz değiştirmiş; Anadolu için hain bir kişi olurken, Yunanlılar ve Padişah için elde tutulması gereken, kendisine ihtimam gösterilen bir Kemalist Düşmanı olmuştur. (Ethem, II. İnönü Savaşında Yunan uçaklarıyla Türk ordusu üzerine attırdığı bildiride: Ankara Hükümetinin gösteriş düşkünlüğü içinde olduğunu, köylülerin mallarını gaspettiğini, halkı zorla askere aldığını, bunun yanında Ankara’nın ahlaksızlık ve haksızlığından dolayı, binlerce defa üstün bulunan Yunan ordusuna yenileceğini, Yunanlıları çok iyi tanıdığını, bunların dinimizi, namusumuzu, hürriyetimizi ve malımızı koruduklarını, Türk Milletine değil, isyancı Mustafa Kemal ve Uşaklarına karşı savaştıklarını ileri sürmüş; halktan, Yunan ordusu şehirlerini ve köylerini zapt ettiği zaman, yerlerinde kalıp iş ve güçleriyle mesgul olmalarını istemiştir.[81]) Ethem’in şansızlığı şuradadır ki, bu tarihlerde Tevfik Paşa hükümeti, Ankara ile bir uzlaşma yolu aramaktadır. Bu nedenle, onun, Ankara ile savaşma izni isteyen telgrafına İstanbul’dan olumlu bir cevap verildiğine dair hiçbir belge de yoktur. Yaklaşık bir yıl öncesinin Kuva-yı İnzibatiye’si de yoktur artık. Anadolu üzerine böyle bir seferin tekrarı, bu seferin mensupları için yalnızca felaket getirebilirdi. Öyleyse Vahdettin, Ethem’i nerede ve nasıl görevlendirmek isteyebilirdi? Bunun cevabı açık değildir. Herhalde, Mustafa Kemal’e karşı gerektiğinde bir koz olarak bulundurmak istemiş olabilir. (Çünkü Ethem, bir Yunan uşağı olmuştu.) Ethem, İstanbul’a gitmeyi reddeder. Türk nüfusun nispeten az olduğu İzmir şehrinde kalmayı daha güvenli bulmuştur.[82]

İstanbul’un işgali döneminde siyasi müşavirlik görevinde bulunan Hohler isimli kişi İngiliz makamlarına verdiği 4 Kasım 1919 tarihli bir raporda: “Padişah, Yıldız sarayında titreye titreye oturmaktadır” diyerek alay ediyor ama buna karşın Vahdettin, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı Oramiral Web’e gönderdiği mesajlarda “Allah’tan sonra İngiltere’ye güvendiğini” söylüyordu.[83]

İngilizlere yaltaklanmada Vahdettin öylesine ileri gitti ki, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği kıdemli siyasi memuru Tom Hohler, 5 Aralık 1918’de Hariciyedeki dostu George Kidson’a gönderdiği mektupta: “…Şimdiki kabine çok iyi niyetle hareket ediyor. Onlar üzerinde baskı kullanmak nezaketsizlik olarak görünüyor; fakat baskıyı sürdürmeliyiz” diyordu.

Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Web ise, 19 Ocak 1919’da Hariciye Müsteşar yardımcılarından Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel bir mektupta cüretle şöyle diyordu:

“…Görünürde memleketi işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerini tayin ediyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz; polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işledikleri suçlara aldırmaksızın serbest bırakıyoruz… Demiryollarını sıkıca kontrolümüzde bulunduruyoruz ve istediğimiz her şeyi müsadere ediyoruz… Politikamız, süngünün keskin ucuna dayanıyor… Halife, elimiz altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetleme aracına sahibiz… Bildiğiniz gibi, Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor…”

Gerçekte Vahdettin, İngilizleri yalnız İstanbul’a değil, Anadolu’nun her tarafına yerleştirmek istiyordu. Fakat siyasi durum bunu gerçekleştirmeye elverişli değildi.[84]

Vahdettin, General Towshend ile yaptığı görüşmelerde ona: Kendisinin İngiliz devletinin dostluğuna verdiği kıymeti ve Osmanlı Devletinin yaşayabilmesi için, Londra’nın şefkat ve himayesine mutlak ihtiyacından söz ederek, tahtta kaldığı müddetçe yegâne dayanak olarak saydığı bu yakınlığı kayıtsız şartsız muhafaza edeceğini, bu hislerinin İngiltere Devleti ricaline ve karar mevkiindeki diğer odaklara anlatılmasını istemesi ve bu düşüncelerini iletmek için çok güvendiği bir şahsiyete İngiliz Muhipleri Cemiyetini kurması sırasında her itibarla yardımcı olduğunu söylemesi, Padişahın ümidinin İngiltere’ye bağladığını gösteriyordu.[85]

…(Hürriyet ve İtilaf Partisi)Zira bu siyasi partinin gerçek başkanı Sadrazam Damat Ferit Paşa, onur başkanı da Vahdettin idi. Bu partinin önde gelenlerinden Şeyh Zeynel Abidin, Konya isyanlarının tahrik ve tertipçisidir. Yozgat’ta Çapanoğlu Eyüp, o yöredeki başkaldırıyı yöneten kişi olup Hürriyet ve İtilaf Fırkasının Yozgat temsilcisidir.

Bunlardan daha vahim ve tehlikeli olan husus ise, bu partinin onur başkanı Padişah ve Damat Ferit ve önde gelenleri Ali Kemal, Mehmet Ali, Sadettin ve Hoca Vasfi gibiler İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile işbirliği yapıyor ve ülkenin uzun yıllar İngiliz himayesinde yönetilme programını hazırlıyorlardı. Aynı şekilde bu parti Kürtlere, Rum, Ermeni ve Arnavutlara özerklik verilmesini savunuyordu.[86]

…(Vahdettin Mondros Hakkında Ne Diyor?)Padişah Vahdettin, koşulları ağır bulmasına rağmen kıvançlıdır; güya saltanatı sürmektedir; umudunu İngilizlere bağlamıştır: “Koşulların çok ağır olmasına karşın kabul edelim. Biz sonradan İngilizlerin hoşgörüsüne kavuşacağız” demektedir.[87]

…(Vahdettin’in Üyesi Olduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti)Üyeleri arasında Padişah Vahdettin’in D. Ferit Paşa’nın bulunduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti, adından da anlaşılacağı gibi, çok koyu İngiliz yanlısı bir örgüttür.

Dernek, İstanbul’da pek çok şube açmış, Anadolu’da da Padişah yanlısı güçlerin denetimindeki yerlerde örgütlenmiştir. İstanbul Gazetesi derneğin yayın organıdır. Derneğin çalışmaları İstanbul ve Anadolu’da Hürriyet ve İtilaf partisince desteklenmiştir. Derneğin kuruluş amacını açıklayan bildirgede sömürgeci, anamalcı İngiltere’den “Kavm-i Necip” (Soylu Kavim) olarak söz edilmekte, milyonlarca Müslüman’ı yönetimi altında bulunduran bu devletin korumasına, dostluğuna ve ilgisine sığınmanın yararları üzerinde durulmaktadır. “İngiliz kavm-i necibi hakkındaki muhabbetini açıklama ve cemiyetin amacına iştirak etmek arzusunda bulunmak” derneğe girebilmenin koşulu olarak gösterilmiştir. Derneğin asıl amacı Mondros Ateşkesinden ve onun izleyen günlerde İstanbul’un Anadolu’nun çeşitli yörelerinin saldırgan birliklerince ele geçirilmesinden sonra başlayan direnmeyi ve ulusal savaşıma dönüşecek eylemleri yok etmektir.[88]

Son ana kadar İngilizlerden yardım umarak tahtına adeta yapışmış olan Padişah Vahdettin, İstanbul hükümetinin erkten çekilmesinden hemen sonra, 6 Kasım 1922’de, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold ve yardımcısı Andrew Ryan’la üç buçuk saat süren bir görüşme yapmış; ‘Bolşevik’ olarak tanımladığı Kemalistlerin silahsız bir darbeyle kendi hükümetini ele geçirdiklerini söylemiş; görevinden istifa etmeyeceğini; Kemalistlerin bir azınlık oluşturduklarını iddia ederek, Bağlaşıkların İstanbul’u sıkı yönetim altına alıp almayacağını sormuştu. Rumbold, İstanbul hükümetinin ortadan kalkmış olduğu; Bağlaşıkların konferansta bir Güç’le görüşmeleri gerektiği; bunun da ancak Ankara yönetimi olacağı yanıtını vermişti. Bunun üzerine, Padişah, ülkeden ayrılmaya karar verirse kendisine yardımcı olup olmayacaklarını sormuş; Rumbold, yardıma hazır olduklarını bildirmişti. Ancak, Padişah, ciddi bir tehlike çıkıncaya kadar İstanbul’dan ayrılmayacağını belirtmiş ve nereye götürüleceğini (Kıbrıs’a mı Mısır’a mı) diye sormuş; Rumbold, Mısır’ın olanaksız olduğu yanıtını vermişti.[89]

Bir süre sonra, Vahdettin, Türkiye’deki İngiliz işgal gücü Başkomutanı General Sir Charles Harington’a gönderdiği kişisel mektupta, İngiliz hükümetinin koruyuculuğuna sığınmış olduğunu ve siyasi barınak dilediğini bildirmişti. Bu dileği ivedilikle kabul edilen Vahdettin, 17 Kasım 1922’de, oğlu Ertuğrul, beş eşi, doktoru, müzik hocası, baş mabeyncisi, iki sekreter, sandık dolusu mücevher ve 3.000 Osmanlı altın lirası ile, sarayından gizlice alınarak, İngiliz Malaya savaş gemisiyle Malta adasına götürülmüş; ancak, makamından istifa etmediğini açıklamıştı.[90]

Vahdettin Malta’ya ulaşınca İngiliz Valisi Felt-Mareşal Plumer onu iyi karşılamıştı. 25 Kasım’da ‘Büyük Britanya Kıralı ve Hindistan İmparatoru’ V. George’a şu telgrafı göndermişti: ‘Başkentten (İstanbul’dan) ayrılırken Majesteleriniz hükümeti, Yüksek Komiseriniz, Başkomutanınız ve Malta’ya gelişimde Valiniz Plumer tarafından bana yapılmış olan yardım ve gösterilmiş olan kolaylıklardan dolayı Majestelerinize en derin minnetlerimi sunarım. Majestelerinizin ailesinin tüm mensuplarının sağlık ve refahı için Tanrıya dua ederim’.[91]

…(Şeyh Sait İsyanında Vahdettin’in Fırsatçılığı)İngilizlerle işbirliği içerisinde olan ve ayaklanmanın önderliğini yapan, İstanbul’da oturan Şeyh Abdülkadir’dir. Bu ayaklanma yurtdışında sürgünde bulunan son padişah Vahdettin’i de umutlandırmış, yabacı gazetelere demeçler vererek, Türkiye’ye dönüp tahta geçeceğini söyleyecek kadar yüreklendirmiştir.[92]

Vahdettin’in icraatları hakkında kâfi miktarda örnekler verdiğimizi düşünmekteyiz. Eğer benzeri örnekler arttırılmak istenirse kaynakçamızda verdiğimiz, ancak bu yazımızda yaralanmadığımız kaynaklar da incelenebilir. Artık Vatanseverlik ile Vatan Hainliği arasındaki farkı değerli okuyucumuzun takdirine bırakıyoruz.

CAHİT ALPTEKİN

YARARLANILAN VE ÖNERİLEN KAYNAKÇA

Cengiz Dönmez, (2008): Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Erol Ulubelen, (2005) İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları.

Falih Rıfkı Atay, (2008): Mustafa Kemal’in Ağzından Vahidettin / Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Pozitif Yayınları.

Hulki Cevizoğlu, (2007): İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün, Ceviz Kabuğu Yayınları.

İbrahim Sadi Öztürk, (2007): Ulusal Kurtuluş Mücadelesine İç İsyanlar, Fark Yayınları.

Sabahattin Selek, (1964): Anadolu İhtilali, Cem Yayınevi.

Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Salahi R. Sonyel, (1995): Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Sina Akşin, (2004):Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Kırlangıç Yayınları.

Sina Akşin, (2004): İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele 1, Türkiye İş Bankası Yayınları.

Suna Kili, (2008): Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları.

Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi.

Zeki Sarıhan, (2008): Çerkez Ethem’in İhaneti, Kaynak Yayınları.


[1] “Bu kitapları okuyan (Vahdettinci Kitaplar) ve bu sahte göndermelere, bu belgesiz, dayanaksız ifadelere, bu masallara kapılarak, yazılanları doğru sanan ve sanacak olan gençler ile aramızda, gitgide hiçbir ortak gerçek kalmayacak. İki ayrı tarihe inanan bir millet, millet birliğini koruyabilir mi?” (Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 338.)
[2] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 2.
[3] Sonyel, 2010: 3-4.
[4] Sonyel, 2010: 8-9.
[5] Cengiz Dönmez, (2008): Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 50–51.
[6] 16 Mart sabahı Bağlaşıklar başkenti resmen işgal etmişlerdi. Bu münasebetle yayımladıkları resmi bildiride Kemalistleri eleştirmiş, ama Padişahın erkte kalmasını ve onun yetkilerini desteklediklerini açıklamışlardı. İşgal haberi Fransa Yüksek Komiserliği temsilcisi M. Ledoulx tarafından, Vahdettin’in mabeyincisi vasıtasıyla, bildirilince, Padişah, Bağlaşık Devletlerin temsilcileriyle her zaman işbirliği yapmayı dilediğini ve işgalden üzüntü duyduğunu bildirmiş; ama işgal bildirisinde kendi yetkisiyle ilgili güvenceyi takdir ettiğini; İstanbul’daki baslıca milliyetçi önderlerin tutuklanmasından rahatlık duyduğunu; Bağlaşık Devletler böyle bir karar almamış olsa, bunu bizzat kendisinin almak zorunda kalacağını açıklamıştı. (Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 90)
[7] Sonyel, 2010: 91.
[8] Sonyel, 2010: 9.
[9] Salahi R. Sonyel, (1995): Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara, s. 43.
[10] Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 387.
[11] Sonyel, 2010: 13-15.
[12] Özakman, 2009: 387.
[13] Özakman, 2009: 387.
[14] Özakman, 2009: 387.
[15] Özakman, 2009: 388.
[16] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 19.
[17] Özakman, 2009: 391.
[18] Özakman, 2009: 391.
[19] Özakman, 2009: 394.
[20] Özakman, 2009: 394.
[21] Özakman, 2009: 395.
[22] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 106.
[23] Sonyel, 2010: 105.
[24] Özakman, 2009: 395
[25] Özakman, 2009: 396.
[26] Özakman, 2009: 396., Robeck’in Raporu: ‘Padişah, 14 Ekim’de, öncelik hakkına göre ve sırasıyla Fransız, İngiliz ve İtalyan Yüksek Komiserlerini huzura kabul etti. Benimle 2 saat 15 dakika görüştü. Bu görüşmenin sonlarına doğru tercüman Emin Bey’i uzaklaştırdı ve Andrew Ryan’ın tercümanlık yapmasını rica etti. Padişah daha az asabiyet gösterdi. Ferit Paşa tarafından önceden bilgilendirilmiş olduğu anlaşılıyordu. Görünürde Ferit’e tamamen güvenmektedir. Herhalde Ferit’le birlikte hazırlamış oldukları kısa notlardan yararlanıyordu. Padişah, pek az karakter gücü olan ama zekâdan yoksun olmayan birisi olarak daha önce edinmiş olduğum izlenimleri doğruladı. Arada sırada konudan konuya geçiyor ve onun görüşlerini izlemek bazen güç oluyordu; ama görüş beyan ettiği konularda kesin ve tutarlıydı. Padişah, Anadolu’ya Bağlaşıklarca bir kurul gönderilmesini ve bunu tinsel olarak desteklemeyi kabullendi. Ancak, ulusçularla işleme girişirken uygulanacak plana ek olarak güç gösterisinin de birlikte kullanılmasının daha iyi olacağını ima etti. Bu nokta üzerinde pek durmamakla birlikte, kurulun, öteki yanın, görüşmelerde bulunulması veya koşullar öne sürmesi dileklerine fırsat vermeyerek, onları uyarmak ve biata çağırmak göreviyle Anadolu’ya gönderilmesi gereğini güçle vurguladı. Ona göre, Ulusçular biat etmezse, ne gibi önlemler alınması gerektiği konusunda kesin anlaşma olmalıdır. Ulusçu önderlerin, Anadolu’daki kendi sadık uyruklarının birçoklarının kişilik ve çıkarlarını zorbalıklara tabi tuttuklarını ve bu cürümlerin gerektireceği cezalardan feragat etmenin güç olacağını vurguladı. Bağlaşıklardan mali yardım diledi. Halkının babası olarak konuştuğunu söyledi. Anadolu’ya gönderilecek kurulun üyelerinin kimler olması gerektiğini sordu. Kendi ülkesinin tek siyasasının İngiltere ile işbirliğine dayandığını belirtti ve bu konuda benden yardım ve yol göstericilik diledi. Ona, bu konuda danışmalarda bulunacağımı söyledim; ama bu konuda öteki meslektaşlarıma danışmama itiraz etti. Kendisine eşlik eden resmi yetkili görüşmeden çekildikten sonra Padişah, kişisel tutumu hakkında güvenle konuşmaya başladı. İngiltere’ye dayanma politikasının kendisine babasından miras kalmış olan ve 40 yıldan beri sürdürmekte olduğu kesin inançlara dayandığını; o sırada Ulusçuların erke geçmeleri tehlikesiyle karşılaştığını; onların İttihat ve Terakki’nin yeni biçimi olduklarını ve o kişilerle, kendi ilke ve onurundan feragat etmemekle çalışamayacağını söyledi; şunları ekledi: “Antlaşmayı onaylamaya Türkiye öncülük ederse, bu, Anadolu’daki kıvılcımlara petrol dökecek ve Ulusçular, hükümeti, Türkiye’yi birçok şeylerden mahrum eden bu antlaşmaya boyun eğmekle suçlayacaklardır… Şu anda erke geçecek ılımlı herhangi bir kabine, daha sonra ulusçu bir kabinenin erke geçmesine ortam hazırlayacaktır”. Bu görüşmelerden sonra biz, Yüksek Komiserler, Padişahın Ferit Paşa’dan ayrılmayı dilemediği izlenimiyle ayrılmış bulunuyoruz’(Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 112-113.)
[27] Özakman, 2009: 397.
[28] Özakman, 2009: 398.
[29] Özakman, 2009: 405.
[30] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 133.
[31] Özakman, 2009: 405.
[32] Özakman, 2009: 405.
[33] Özakman, 2009: 406-407.
[34] Özakman, 2009: 407-408.
[35] Özakman, 2009: 407.
[36] Türk heyetinin yanlarında taşıdıkları gizli belgelerin İngilizce çevirileri… Yapılacak pazarlığın gidişatını belirleyecek bu gizli belgeler, Türk heyeti gelmeden çok daha önce Londra’ya ulaşmış, üstelik İngilizceye bile çevrilmiştir. İlgili belgelerin en önemlileri şunlardı:

1. Batı Savaş Kesimi Komutanı General İsmet Paşa’dan Yusuf Kemal’e mektup, 1 Şubat 1338 [1922]: ‘Kardeşim Yusuf Kemal Bey, bazı sorunların Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesini doğru bulmadım. Sizin suskunluğu sürdürmeniz çok iyi oldu. Şuna inanıyorum: Avrupa gezisinden tek amaç, Misak-i Milli’nin gerçekleştirilmesini sağlamak olmakla birlikte, Fransızların kucaklarına ahmakça düşmekten kaçınmalıyız. Çoğu kez belirtmiş olduğum gibi, Asya’dan başka koruyucu ve barınak bulamayız. Tanrı göstermesin, Rusların canını sıkarsak, bu, çökmemize neden olabilir. Göz önünde bulundurduğumuz amaç uğruna, Paris’e varışınızda, Franklin-Bouillon’un düzenlerine kapılmayıp ulusal saygınlığımızı güçlendireceğinize dair vermiş olduğunuz demeçten çok memnun oldum. Geziniz sırasında tutumunuzu saptayacağınızdan size biraz cesaret vermek için bu birkaç satırı yazıyorum.

Paris’ten mektubunuzu beklerim. Dönüşünüzde bizi herhalde düşmanla yine boğuşur bulacaksınız. Tanrı sizlere

ve bizlere başarı sağlasın’.

2. Yusuf Kemal kuruluna rehber olmak üzere hazırlanan yönergeler: ‘Dışişleri Bakanlığı, sayı 21 – İzmir sorunu. Ulusal dileğimizin İzmir’in boşaltılmasıyla yerine getirileceğini Poincare’ye anlatmalı.22 Ruslarla yapılmış olan antlaşmaların metinleri anlatılmalı ve olağansa yanlış bilgi vermeli. Fransızları, ilkbaharda yapılması kararlaştırılan savaşta kullanılacak mühimmatı göndermeye inandırmalı. Franklin-Bouillon’u, tinsel ve edimsel araçlarla kazanmaya çalışmalı; bunda başarı sağladıktan sonra, Londra’da yapılacak öneriler konusunda kendisiyle danışmalarda bulunmalı. Paris’te başarı sağlandıktan sonra Londra’ya hareket etmeli; aksi durumda

İngilizlere yaltaklanmaktan kaçınmalı’.

3. Asya’daki İslam devletleriyle yapılmış olan antlaşmalar;

Ruslara ve Fransızlara, maden işletmeleriyle ilgili olarak verilecek ayrıcalık hakları: son öneriler. Dışişleri Bakanlığı, no. 17 (gizli dosya) Yusuf Kemal Bey’de. (A) Asya’daki İslam yönetimleriyle yapılmış olan anlaşmalar Misak-i Milli’ye tümüyle uymuyor. Bu anlaşmaların hazırlanması sırasında bir Sovyet delegesinin hazır bulunuşu, ulusal saygınlık için bir lekedir. Anadolu yönetiminin, bu anlaşmalardan siyasi veya askeri herhangi bir yarar sağlamış olduğunu sanmak gülünçtür. Batı’lı yönetimlerle bir anlaşmaya varmak, bu anlaşmaların iptalini gerektiriyorsa, bunun olanaklı olabileceğini sezdirmeli, ama yapılacak anlaşma, Misak-i Milli’nin çizmiş olduğu sınırları esas almalıdır. (B) Demir madenlerini işletme imtiyazı için Rusların, Çiçerin aracılığıyla göndermiş oldukları yıllık beş buçuk milyon altın rubleye karşılık, bu imtiyaz Fransızlara verilirse, onların ne kadar ek imtiyaz bedeli ödeyeceklerini gizlice öğrenmeli. (C) Çiçerin’in, 11 Ocak 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi başkanına gönderdiği notada sözünü ettiği madenler konusunu Franklin-Bouillon ile görüşmeli; bu sorunu en geç 20 Mart’a kadar çözüme bağlamalı ve vereceği yanıtı gizlice Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmeli’.

4. Dışişleri Bakanlığı kalem-i mahsus müdür vekili Ferit Bey’in İzzet Paşa’ya gönderdiği mektup: ‘Dışişleri Bakanlığı, 29.1.1338 (1922), şifre: Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek için yakında İstanbul’a hareket edeceğiz. Roma’ya gitmemiz daha önce kararlaştırılmış olduğu halde, orada durum oldukça karışık olduğundan,

İstanbul’da dört gün kaldıktan sonra Paris’e hareket etmemizi daha uygun gördük. Paris’teki temsilcimiz Ferit Bey’le Bouillon, daha önce sözünü etmiş olduğumuz belgeyi ivedilikle hazırlayarak bütünlememiz için bize telgraf gönderdiler. Sevr Antlaşması hakkındaki ve son kırk yıl zarfında verilmiş olan kapitülasyon ve ayrıcalık haklarının İngilizleri ilgilendiren madde ve bölümlerini kapsayan belgelerden oluşan dosyaları gizlice hazırlamanızı dileriz. Kurulumuz, İstanbul’da, Fransızların güvendiği etkili bir kişinin yardımından yararlanmayı siyasi nedenlerden ötürü gerekli görüyor’. (Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 172-175)

[37] Özakman, 2009: 408.
[38] Özakman, 2009: 409.
[39] Özakman, 2009: 410.
[40] Özakman, 2009: 410.
[41] Özakman, 2009: 410.
[42] Salahi R. Sonyel, (1995): Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara, s. 46-47.
[43] Salahi R. Sonyel, (1995): Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara, s. 50.
[44] 6 Nisan 1922 günü Rumbold ile Vahdettin, gizli bir görüşme yaparlar. Görüşmede hiçbir Türk bulunmaz, Çevirmenliği A. Ryan yapar. Vahdettin’i “arzuhal veren bir şarklıya” benzeten Rumbold, Vahdettin’in söylediklerini şöyle aktarıyor: “Anadolu Hareketi, İttihat ve Terakki’nin yeni bir şeklidir… Milletin yüzde doksanı Ankara çetesine karşıdır… İstanbul Hükümeti, Ankara’nın kabul etmeyeceği barış şartlarına razıdır… Ankara Meclisi kanunsuz bir kuruluştur… İngiltere ile herhangi bir özel uyuşmaya hazırız…”
[45] Sina Akşin, (2004):Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Kırlangıç Yayınları, İstanbul, s. 165.
[46] Vahdettin’in yakınlarından biri ve eski Ferit kabinesinde Savaş Bakanı olan Süleyman Şefik Paşa İstanbul’daki İngiliz temsilcileriyle temas halindeydi ve gizli bir plan gereğince, herhalde Ferit’in başkanlığında yeni bir kabine kurulması için çalışıyordu. 1920 yılının Mart ayına ait olan bu plan şöyleydi:‘Bağlaşık Devletler ve özellikle İngiltere onaylarsa, dışarıdan hiç bir yardım gerekmeksizin ulusal akıma karşı etkin ve başarılı önlemler alınabilir. Bu konuda güvence verilirse, Padişah, güçlü bir kabineyi işbaşına getirebilir. Padişahın tek dileği, Osmanlı makamları ulusal akıma karşı gerekli önlemleri alırken, İngiltere’nin, öteki Bağlaşık Devletlerin karışmalarına engel olmasıdır. İngiltere bunu onaylarsa, Padişah, güçlü bir kabine kurulması için gerekli hazırlıkları yapmaya başlayacak; geçici bir süre için, “renksiz” bir kabineyi iktidara getirecektir’. Bu planın Bağlaşıklarca onaylanmaması üzerine, Vahdettin, Ferit’i iktidara getirmekten vazgeçmiş; Sadareti Deniz Bakanı Salih Paşa’ya önermek zorunda kalmıştı. (Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 88)
[47] Akşin, 2004: 140.
[48] Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 354.
[49] Özakman, 2009: 385.
[50] Akşin, 2004: 163.
[51] Sina Akşin, (2004): İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele 1, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, s. 37.
[52] Akşin, 2004b: 147.
[53] Yüksek Komiser Calthorpe’un İngiltere Dışişleri Bakanına yolladığı 10 Ocak 1919 günlü mektubun özeti: “Padişahla uzun bir görüşme yapan bir İngiliz şahsiyetinin verdiği bilgiye göre, Padişah, ‘daima İngiliz dostu olduğunu, şimdi bütün ümidini İngiltere’ye bağladığını’, ‘İngilizlerin istediği her bir kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını sağlamaya hazır olduğunu’ söylemiş, ‘şiddetle harekete geçtiği takdirde bir ihtilal çıkarsa, Müttefiklerin desteğine güvenip güvenemeyeceğini’ sormuş, ‘İngiliz Yüksek Komiserliğinden gelecek herhangi bir işaret göre davranmaya hazır olduğunu’ bildirmiş, ‘İngiliz hükümetinin, kendisini Halifelik makamında desteklemeye niyeti olup olmadığını’ öğrenmek istemiş ve bu meseleye çok büyük önem verdiğini belirmiş.” (Özakman, 2009: 387-388.)
[54] Akşin, 2004b: 148.
[55] Akşin, 2004b: 149.
[56] Akşin, 2004b: 150.
[57] Akşin, 2004b: 172
[58] Akşin, 2004b: 244.
[59] Akşin, 2004b: 265.
[60] Akşin, 2004b: 291.
[61] “Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kâfi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilâve etti tarihe geçmiştir.’ O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum: ‘Bunları unutun,’ dedi, ‘asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!’ Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimî mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece âletleriyle temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.’ Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında, bütün his ve fikirlerini, temayüllerini tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırırsam, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘Merak buyurmayın efendimiz,’ dedim, ‘nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.’ ‘Muvaffak ol!’ hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım. Naci Paşa, padişahın yaveri, fakat benim hocam, derhâl benimle buluştu. Elinde ufak mahfaza içinde bir şey tutuyordu. ‘Zat-ı şahanenin ufak bir hatırası’ dedi. Kapağının üzerine Vahdettin’in inisiyalleri (adının baş harfleri) işlenmiş bir saatti: ‘Peki, teşekkür ederim’ dedim. Sonra, sanki Yıldız Sarayı’ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.”(F. Rıfkı ATAY, Atatürk’ün Hatıraları, İşbankası. Yayınları, Ankara 1965, s.122-123. )
[62] Akşin, 2004b: 302.
[63] Akşin, 2004b: 29.
[64] İbrahim Sadi Öztürk, (2007): Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde İç İsyanlar, Fark Yayınları, Ankara, s. 26.
[65] Akşin, 2004b: 303-304..
[66] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 51.
[67] Bu İngiliz’e göre, kökünden çözüm: Türklerin Yunanlılar tarafından toptan imhası idi.
[68] Akşin, 2004b: 431.
[69] Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 79-80.
[70] Akşin, 2004b: 517.
[71] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 80.
[72] Damat Ferit’in yeniden Sadrazam yapılmamasını dilemeye giden Meclis başkanı vekili Hüseyin Kazım ve Abdülaziz Mecde Beylere, ‘ben istersem Rum Patriğini, Ermeni Patriğini, Hahambaşı’yı da Sadrazam yaparım’ demişti.
[73] Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 343, 344, 345.
[74] Özakman, 2009: 353.
[75] Akşin, 2004b: 539.
[76] Özakman, antlaşmanın tarihini 12 Eylül 1919 olarak vermekte. (Bkz.: s. 392-393.)
[77] Cengiz Dönmez, (2008): Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 131.
[78] Turgut Özakman, (2009): Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, İstanbul, s. 356-357
[79] D. Ferit, 30 Mart 1919’da, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’i ziyaret ederek, “Babası Abdülmecit’in Vahdettin’i İngiliz devletine ve İngilizlere dostluk duyguları ile yetiştirdiğini, bugün takip ettiği gayenin Osmanlı Hükümetini, İngiltere Devletine mutlak bir teslimiyetle bağlamak olduğunu” söyler ve Sultanla birlikte hazırladığını belirttiği gizli bir proje verir. Osmanlı Devletini bir İngiliz sömürgesi yapmayı amaçlayan bu projenin başlıca hükümleri, özet olarak, şöyledir:

1. Ermenistan, (Doğu Anadolu’dan verilecek topraklarla) bağımsız veya özerk bir Ermeni Cumhuriyeti haline getirilecektir.

2. İngiltere, Türkiye’nin dışa karşı bağımsızlığını korumak ve iç asayişi sağlamak için gerekli gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edecektir.

3. İngiltere, Osmanlı Bakanlıklarında gerekli görülen yerlere İngiliz Müsteşarlar tayin edilmesini kabul edecektir.

4. İngiltere, her ile bir başkonsolos tayin edecek ve bunlar, 15 yıl müddetle valinin müşaviri olarak görev göreceklerdir.

5. Belediye ve Parlamento seçimleri İngiliz konsoloslarının kontrolleri altında yapılacaktır.

6. İngiltere, devlet merkezinde ve illerde, maliyeyi sıkı bir kontrole tabi tutmak hakkına sahip olacaktır.”

[80] Özakman, 2009: 353.
[81] Zeki Sarıhan, (2008): Çerkez Ethem’in İhaneti, Kaynak Yayınları, İstanbul, s. 103. (Benzeri ihanet bildirileri için bu eserin 100, 101 ve 102. sayfalarına da bakınız.)
[82] Sarıhan, (2008): s. 95-96.
[83] Akşin, 2004b: 589-590, Hulki Cevizoğlu, (2007): İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün, Ceviz Kabuğu Yayınları, İstanbul, s. 209.
[84] Salahi R. Sonyel, (1995): Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara, s. 44.
[85] Dönmez, 2008: 130.
[86] Akşin, 2004b: 33.
[87] Suna Kili, (2008): Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, s. 24.
[88] Kili, 2008: s. 31-32.
[89] Salahi R. Sonyel, (2010): Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, s. 201-202.
[90] Sonyel, 2010: 203.
[91] Sonyel, 2010: 204.
[92] Kili, 2008: s. 293.

KAYNAKLARIN ŞAHİTLİĞİNDE VAHDETTİN KİMDİR VE NELER YAPMIŞTIR (GENİŞLETİLMİŞ MAKALE)” üzerine 4 yorum

Yorum bırakın